Dışarıdan çalışmak istediğimiz bir gün Yeldeğirmeni’nde yer alan Kompartıman’ı denedik. Öğle arası geçtiğimiz için ufak balkonundaki sandalyelere geçip içeceklerimizi içtik. Her ne kadar arka bahçeye baksa da açık hava ve koltuğun rahatlığı neredeyse uykumu getirdi. Kahvesi oldukça lezzetliydi.
Sonrasında Yeldeğirmeni’nden Moda’ya doğru sokaklarda yürüdük ve akşam ne yesek diye düşünürken yeniden Kompartıman’a geldik. Benim tercihim günün menüsünde yer alan tavuk şiş, tablacı salatası ve beraberinde pideden yana oldu. Gerek sunum gerekse lezzet anlamında oldukça tatmin edici bir seçimdi.
Beste ise menüde yer alan kuskus tabuleli ızgara tavuk tercih etti. Hem kuskusundan hem de tavuğundan tattığım için onu da oldukça beğendiğimi söyleyebilirim.
Yüksek tavanı, güzel mekan tasarımı ve kibar çalışanları ile uzun zamandır vakit geçirmediğim Yeldeğirmeni’nde hoş bir gün geçirdim.
6-16 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen ve ziyaretlerin ücretsiz olduğu sergilerden aşağıdakileri ziyaret etme şansını yakaladım. Bu ziyaretler sırasında çektiğim bazı fotoğrafları topladım.
Taksim Sanat – Bir Zamanlar İstabul, Faik Şenol
Bomontiada – Aimee Hoving, Joseph-Philippe Bevillard, Kata Geibl, Lorenzo Vitturi, Tina Signesdottir Hult, Christto & Andrew
Akaretler – Jonas Bendiksen, Enri Canaj, Felix R Cid, Magnum 75. Yıl Sergisi, Kayıttayız, Kayıp Manzaralar, Remix by Mixer, Create Next
St. Benoit Kilisesi – Floral Düşler
Taksim Sanat’ta yer alan Faik Şenol sergisi, doğup büyüdüğüm şehrin geçmişini bir kez daha görmüş olduğum için beni oldukça etkiledi. Her ne kadar metro çıkışında olsa da birkaç kişi dışında kimse olmadığı için rahatlıkla gezebildiğim bir sergi oldu. Bu sergiye ilk olarak tek gittim, sonrasında Beste ile bir kez daha gittik.
Taksim Sanat
Bomontiada’yı yağmurlu bir cumartesi günü gezdik. Bu nedenle bu sergi de oldukça boştu, eski Leica mağazası olan bölüm ve dördüncü kata konumlandırılmış bu sergide yukarıda ismini verdiğim altı farklı sanatçıya ait eserler yer alıyordu.
Bomontiada
Pazar günü ise önce Taksim Sanat’a gittik. Sonrasında İstiklal’i yürüyüp Galata’dan kendimizi aşağı saldık ve St. Benoit’daki Floral Düşler sergisine gittik.
İstiklal Caddesi
Kiliseyi daha önce görmediğim için sergiden çok kilise benim ilgimi çekti ve onu inceledim. Malum dijital çalışma nedeniyle inanılmaz kalabalık olan ve sosyal medyaya içerik üretmek isteyen kişiler nedeniyle çok fazla durmak istemediğim sergiden çıktık ve kendimizi Köşkeroğlu’nda bulduk. Katlı otoparkın yıkılması nedeniyle asıl yeri kapalıydı.
Sonrasında Beşiktaş’a geçerek Akaretler’de yer alan sergileri gezdik. Benim burada ilgimi çeken ilk sergi tabii ki Magnum 75. Yıl Sergisi oldu. Aynı şekilde Kayıttayız da oldukça keyifliydi. Murat Abbas, Kanat Atkaya ve Burak Sülünbaz’ın plak koleksiyonlarından yola çıkan sergi müzik tarihinden kareler ve hikayeleri barındırıyordu. Enri Canaj’ın Avrupa’daki göçmen ve savaş mağdurları hakkındaki çalışmaları ise bir o kadar etkileyiciydi.
Önceki seneler bir şekilde fırsat yaratıp gidemediğim kahve festivaline bu sene fırsat yaratıp gidebildim. Doğrusu pek de ilgimi çekmeyen bir festivaldi zira kitle ve markaları üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyordum. Kahve konusunda abartı denecek bir gurme arayışım yok fakat iyi kahve yapan birkaç yer biliyorum ve genelde oraların müdavimi olmaya başlıyorum. İlişkilerimiz ise çoğunlukla çok uzun yıllar sürüyor.
Festival alanına girerken gördüğüm kalabalık, daha ilk dakikada modumu düşürmeye yetti. Zira kalabalık öyle bir boyuttaydı ki içeride adım atmak zorlaşıyor, kahve denemek için uzun kuyruklar beklemek gerekiyordu. Daha o dakikada çıkmayı düşünmüştüm ancak biraz dolanıp oyalanarak kalabalığın erimesini beklemek istedim. Mediamarkt, Nescafe gibi bence alakasız markaların festival alanında yarattığı kuyruklar nedeniyle küçük standlar da zor erişilebilir durumdaydı.
Bir başka problem ise tadım yapmak için şans verdiğim bazı noktalarda kahvelerin ne zaman çekildiği ve yapıldığı belli değildi. Termostan kahve alıp denemek böyle bir festival için bence anlamsız. Çoğu noktada espresso denemek mümkün bile değildi, filtreyi yapıp geçmişlerdi.
Bir daha gider miyim pek emin değilim. Ayrıca Küçükçiftlik, bence bu tür bir organizasyon için yeterince büyük bir açık alan değil.
23 Nisan 2005 gibi anlamlı bir günde kurulmuş bu müze, 1700’lerden günümüze birçok tarihsel döneme ait oyuncakları bünyesinde barındırıyor. Bağışlanan, açık arttırmalarda satın alınan birçok farklı oyuncak, temalarına göre kategorilendirip odalara ve katlara dağıtılmış. Bir önceki gidişimin üzerinden on yıl kadar süre geçmiş olsa da tren kompartımanına benzeyen ve trenlere ev sahipliği yapan oda hâlâ beni en çok etkileyen bölüm.
Dolu dolu gezmek, hikayeleri okumak ve her bir oyuncağı uzun uzun incelemek isterseniz buraya en az üç saat ayırmanız gerekir. Müze, pazartesi günü hariç diğer günler 10 ile 18 arası açık ve Ekim 2021 itibariyle giriş ücreti Tam Bilet için 25 TL.
Maslak 42’de yer alan Baby Green, A new way of eating mottosuyla ve sakin iç mekan tasarımıyla güzel bir lezzet deneyimi sunuyor. Her ne kadar ürünlerin lezzeti ve tazeliğinin istikrarı hakkında olumsuz yorumlar almış olsa da deneyimlediğim her seferinde ortalama üstü tazelik ve lezzet sunmayı başardı.
Maslak gibi sağlıklı beslenme alternatiflerinin görece az olduğu bir yerde buna erişebilmenin bir bedeli olarak pahalı fiyatları belki de kabul edilebilir. Temel bir salata çeşidinin üzerine malzeme ve soslar ekleyerek bence büyük bir salata tabağına erişiyorsunuz. Hatta öylesine büyük ki bir sonraki ziyaretimde muhtemelen bir sipariş alıp iki porsiyona böldürebilirim. Zira büyük bir hamburger yedikten sonra gelen şişlik hissi burada da geliyor. Sadece onun sağlıklı versiyonunu yaşamış oluyorsunuz.
Eleştirebileceğim tek yönü servis tabağının karton, çatal bıçağın ise plastik olması. Pandemi nedeniyle mi bu yöntemi seçiyorlar emin değilim ancak bana dostlar alışverişte görsünden fazlasını hissettirmiyor.
Çeşni, Cunda’da ziyaret ettiğimiz kokteyl barlardan bir diğeri ancak burada kokteyl deneme fırsatı yakalayamadık. Yorucu bir günün ardından soluklanmak ve kahve içmek için oturduk. Bulunduğu konum itibariyle biraz yoğun bir sokakta yer alsa da içtiğim kahvenin lezzeti buna değerdi. Üstelik hemen yanında yer alan Aniva’daki canlı müzik, bu deneyimi daha da kaliteli hâle getiriyor.
Kekik, aslında seyahat için plan yaparken gördüğüm ancak denemek için listeye almadığım fakat sonrasında sade görüntüsüyle bende merak uyandırdığı için denediğim güzel bir hamburgerci. Menüsünde iki farklı hamburger bulunduran Kekik’te tüm ürünler el yapımı. Buna tuz ve karabiber de dahil. Menüsündeki ve mekan tasarımındaki sadelik, iyi bir lezzet ve bölgeye göre makul bir fiyat skalası ile sunuluyor. Belki farklı seçenekler mevcuttur ancak benim yediğim menüde eleştirebileceğim tek şey patateslerin biraz McDonald’s patatesi kıvamında olmasıydı. Böyle bir yerden daha iddialı seçenekler beklerdim, belki de vardır kim bilir?
Cactus, hemen yanında yer alan Orman’da yer bulamadığımız için oturmayı tercih ettiğimiz ve ilk deneyimimde en güzel kokteyllerinden birisini içtiğim için de çok beğendiğim bir kahve & kokteyl bar. Üstelik Orman ile karşılıklı oturduğunuz sokak tarafında meydandaki curcuna ve sesten uzaklaşabilmek kısmen mümkün.
Benim ilk tercihim, belki de pizzaların margaritasına denk düşecek olan Cactus oldu. Açıkçası bunu yapma nedenim İstanbul’daki son iki kokteyl seçimimin beni ağzıma fıs fıs sıkacak kadar pişman etmesiydi. Cactus seçimimden o kadar memnun kaldım ki sonraki uğrayışımda günü noktaladığım kokteyl yine Cactus oldu. Beste Aviali denedi ancak alkol oranı bir kokteyl için fazla gelince pek de memnun kalmadı. Açıkçası ben de çok beğenmedim, tekila içmek istesem tekila içerdim.
Sonraki ziyaretimizde 23:17 ve menüde yer almayan ancak çalışanın önerdiği viski ve yeşil elma içeren başka bir kokteyl daha denedim. Bu iki seçimim de en az Cactus kadar iyiydi ve lezzetleri oldukça iyiydi.