Tag: ankara

  • Trafik, Araç Sahipliği, Konfor

    Bu yazı herhangi bir bilimsel amaç içermediği gibi tüm görüşlerimi kişisel görüşlerim olarak değerlendirmelisiniz. Hâliyle kişiden kişiye farklılık gösterebilir, anlamsız gelebilir.

    Son günlerde sıkça gündeme gelen ve üzerinde herkesin bir şekilde suçu bir başkasına attığı Şehirlere Göre En Yüksek On Trafik Gecikme Süresi istatistiğinin sonuçları, şapkayı önümüze koyup düşünmemiz gereken çok büyük bir problemi işaret ediyor.

    Kaynak: https://inrix.com/scorecard/

    Türkiye, cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne bir enflasyon sarmalı içerisinde yer aldığı içindir ki insanların büyük bir kısmının paraya olan yaklaşımı tasarruftan ziyade harcama yönünde oluyor. Kimisi ev, araba alamayacağı için gününü geçirecek parayı kazanıyor ve yaşıyor, kimisi de değeri sürekli düşen Türk Lirası ile borçlanarak bir şekilde mal sahibi olmayı hedefliyor. Günün sonunda değişmeyen tek şey, mal sahibi olmak bizim ülkemizde büyük bir kesim için bir güvence. Geç gelen zenginliğin sonucu olarak düşündüğüm lüks düşkünlüğü de birleşince insanlar bu yönde para harcamayı seviyor. Burada bahsettiğim lüks sadece materyâl anlamında değil, konfor gibi öğeleri de içeriyor. Bu nedenle trafikte kaybedilen süreyi göz ardı ederek klimasını kendi ayarladığı, termosundan kahve içebildiği sürece bu lüksten vazgeçmek birçok insan için imkansız hâle geliyor.

    Piramidin ilk basamağını tamamlamış olsun olmasın, parası otomobil satın almaya yeten herkes bir şekilde satın almak için çabalıyor. Seyahat etme özgürlüğü sağlaması bir yana, herhangi bir sebepten ihtiyacı olan insanlar için zaten gereklilik hâline geliyor. Bazı durumlarda toplu taşıma ile ulaşım problemini çözemediğiniz anlar olabiliyor, bunun ne yazık ki farkındayım ve otomobilimden vazgeçememe sebebim de bunlardan birisi.

    Yaklaşık on senedir otomobil sahibiyim, dört tekeri olan herhangi bir otomobili sürmek benim için çoğunlukla keyif veren bir aktivite ancak İstanbul’da gereklilik dışında otomobil kullanmanın zevk veren bir yanı kaldığını düşünmüyorum. Özellikle pandemi dönemindeki ekonomik ve hijyen kaygılarıyla artan otomobil sahipliği, artan nüfusla birleşince trafik günün her saatine yayılan kronik bir problem hâline geldi. Yerel belediyelerin konut ve işletmeler özelindeki otopark duyarsızlığı, hükûmetin İstanbul’u cazibe merkezi hâline getirmeye devam etmesi ve paralelde yaşam maliyetlerinin katlanarak artması bizi hem kronik bir trafik sorunuyla hem de toplu taşımanın pahalılaşmasıyla baş başa bıraktı.

    Visual Capitalist’in 2024 ortasında yayınladığı makaleye göre otomobil sahipliği oranında Avrupa’nın sondan ikinci ülkesiyiz. Listenin tepesinde her bin kişide 761 kişiyle Polonya yer alırken Türkiye için bu sayı 220. Bu oran daha yüksek olsa, büyükşehirler özelinde neler yaşardık merak etmiyor değilim.

    Kaynak: https://www.visualcapitalist.com/vehicles-per-capita-by-country/

    Herhangi bir geliri olmadığı varsayılan öğrenciler için ulaşım, günümüz ekonomik koşullarını düşününce çalışan bir insana ucuz gelebilir. Bana göre hiçbir geliri olmayan bir insandan ücret almak kabul edilebilir bir şey değil. Kafamdaki devlet anlayışında bu kişilerin ücrete tabi tutulmaması gerekiyor. Diğer taraftan tam bilet dediğimiz ve toplumun büyük bir kesmini ilgilendiren bilet kullanımı tek basımda 27, aylık abonmanda ise yaklaşık 2120 lira. İki yetişkinin yaşadığı bir evde abonman maliyeti 4240 lira. Üstelik bazı özel durumlar var ki bu abonman maliyetinin üstüne harcama gerektiriyor. Dolmuş, minibüs kullanımı vesaire. Bugün bu bedel küçük sınıf bir otomobil için neredeyse iki depo benzin parasına denk geliyor. Hâl böyle olunca insanları toplu taşımaya çekmenin bir cazibesi kalmıyor diye düşünüyorum.

    Elbette bu denklem çok sığ, otomobilin tek gideri yakıt değil. Bakımından sigortasına, otoparkından olası hasarlara; geçen sene otomobilim için toplamda 150 bin lira harcamışım. Ki bu otomobil mevcut ekonomik şartları düşündüğünüzde işletilebilecek en ucuz içten yanmalılardan birisi. Buna rağmen ayda 10 bin liradan daha fazla bir bedel ödemişim. En fazla 10 dakika içerisinde taksi çağırabileceğimin garantisi olsa otomobil sahibi olmanın hiçbir anlamı kalmaz ancak acil bir durumda ulaşım sağlayamamak ne yazık ki tek başına bu kriteri elemeye yetiyor. Zira bunu birkaç kez acı şekilde tecrübe ettim. Her neyse.

    Toplu taşıma sistemleri eleştirilebilir, yöntemler değiştirilebilir, güvenliği arttırılabilir, ucuzlatılabilir vesaire; eğer en yoğun saatler olan saatler dışında toplu taşıma yerine otomobil tercih ediliyorsa burada değişmesi gereken tek şey ulaşım sistemi ve beraberindeki problemler değil diye düşünüyorum. Kaldı ki benim için en yoğun saatlerde dâhi bir şekilde trafiğe takılmadan hedefe ulaşmak, toplu taşımada yaşayacağım yoğunluk ve konforsuzluğu göz ardı edebilmemi sağlıyor. En azından sağlığım bu durumdayken ve dinçken. Camdan yolu seyredip otomobilleri incelediğimde sadece şoför, şoför ve bir yolcu şeklinde birçok otomobil görüyorum. Kapladıkları fiziksel alanı geçtim, harcanan enerjiye ve zamana da oldukça üzülüyorum.

    Bölgelere girişlerin ücretli hâle getirilmesi kısa vadede bir yoğunluk azalmasına imkân tanısa da orta ve uzun vadede çoğunlukla bir işe yaramıyor. Bu nedenle kültürel bir dönüşüm yaşamamız, beraberinde de toplu taşıma sistemlerini geliştirmemiz gerekiyor. Şehrin batısından doğusuna olan mesafe yüz kilometreyi aşıyor, böyle olunca küçücük şehirde 20 milyon insan yaşıyor buna katlanmak zorundayız bakış açısı kabul edilebilir gelmiyor.

    Ben uzman değilim ancak sonradan edinilen zenginlik ve konfor, vazgeçmesi çok kolay bir şey değil diye düşünüyorum. Gerek yakın çevrem gerekse eş dosttan duyduğum şeyler beni bazen hayrete düşürüyor. Bile bile o trafiğe giriliyor, sunulan her karşı argümana bir bahane uyduruluyor. Günün sonunda ben de yenik düşüp direksiyon başına oturuyorum ve trafikten de keyif almaya çalışıyorum, lâkin birkaç dakika sonra otomobil ile çıktığıma pişman oluyor ve alternatif düşünmeye başlıyorum.

    Fahiş ÖTV oranlarına rağmen otomobil satışları düşmüyor, aksine enflasyon korkusundan insanlar oradan buradan buldukları paraları otomobile yatırmaktan kaçınmıyor. Şimdi böyle sorunlar yaşıyorsak bir on yıl sonra neler yaşayacağız çok merak ediyorum…

  • HU|HU, Ankara

    HU|HU, Ankara

    HU|HU (Eathuhu); hızlı, taze ve lezzetli mottosuyla hizmet veriyor. Altı aşamalı bir süreç ile muhteşem lezzetler ortaya çıkarılabiliyor. Ürünler her seferinde taze ve leziz. Hazırlanış ise sırasıyla şu şekilde:

    1. Baz seç: Salata, Pilav, Burrito ya da Salata + Pilav şeklinde seçim yapılıyor.
    2. Üç tane meze seç: Girit ezme, tahinli köz patlıcan, elmalı kereviz, pancarlı humus, çiğ köfte tartar ve karamelize humus arasından seçim yapılıyor.
    3. Proteinini seç: Dana kaburga, fırında tavuk, soslu köfte, fırında somon ve ızgara sebzeler seçilebiliyor.
    4. Dilediğin miktarda garnitür ekle: Domates, salatalık, karamelize havuç, çörek otlu lor peyniri, zahterli kuru domates, kinoa tabuleh, kırmızı soğan turşusu, kırmızı lahana, jalapeno, salsa, kruton, kuru meyve karışımı ve ceviz arasından seçim yapılabiliyor. Şahsen salsa sosu pek beğenmedim.
    5. Sos ekle: Tahinli hardal, vegan pesto, köz biberli yoğurt, ege sos ve sriraccha arasından seçim yapılıyor.
    6. Baharat ekle

    Afiyet olsun!

  • Kruvasante, Ankara

    Kruvasante, Ankara

    2020’nin ilk yazısında, 2019’un son günü kahvaltı yaptığım bir yeri paylaşıyorum. Kruvasanlarını o kadar beğendim ki çekinmeden bir tane daha yedim.

    Çeşit çeşit kruvasanlara, lezzetli kahvelere sahip Kruvasante; evcil hayvan dostu bir yer ve çalışanları oldukça güleryüzlü. Sunum ve fiyatlandırması ise makul. Uzun zamandır canı kruvasan çeken birisi olarak yeterince tatmin edici bir yer bulmanın mutluluğunu yaşıyorum. Tek sorunu Ankara’da olması.

  • The Italian Cut, Ankara

    The Italian Cut, Ankara

    Henüz ilk adımınızda sizi karşılayan enfes hamur kokusu, yiyeceğiniz pizzaların ve makarnaların tatları hakkında fikir sahibi olmanızı sağlıyor. Porsiyonlar beklediğimden daha büyüktü ve doyuruculuğu oldukça iyiydi. Lezzetinde sağladığı bu başarıyı tasarımına da yansıtmışlar. İkram konusunda oldukça bonkörler ve çalışanları güleryüzlü. Servis süreleri de aynı şekilde övgüye değer.

  • Kulina, Ankara

    Kulina, Ankara

    Ekmeklerini kendi reçeteleriyle mahalle fırınına yaptıran Kulina, gerçekten ev yapımı hamburgerleri ile Ankara’daki en güzel hamburgercilerden birisi olmaya aday. Otlu ayranları ve kendi yaptıkları soslara ek olarak menüye ek olarak turşulu şalgam suyu ikrâm ediliyor. Yolu Ayrancı’ya düşenlerin denemesini öneririm.

  • Barn, Ankara

    Barn, Ankara

    Aynı zamanda iç mimarlık ofisi olan Barn, güzel konsepti leziz kahveyle birleştirmiş ve insanların hem arkadaşlarıyla iyi vakit geçirebileceği hem de sakinliğiyle güzel bir çalışma ortamı olabilecek bir yer yaratmış. Bunun yanında bazı tasarım ürünlerin satışı da gerçekleştiriliyor.

  • Amelie’s Garden, Ankara

    Amelie’s Garden, Ankara

    Gerek ambiyansı gerekse tasarımıyla Ankara’da gittiğim kahveciler arasında ilk sıralara oynayabilecek Amelie’s Garden, güzel bir çalışma ortamını lezzetli tatlı ve yiyeceklerle tamamlıyor. Rafine bir müzik listesine sahipler. Kaktüs ve sukulent satışına ek olarak el emeği tabak, bardak ve aksesuarlar da satıyorlar.