
Bu yazıda Haziran ayı başında gerçekleştirdiğimiz Tokyo seyahati hakkında aldığım notları paylaşacağım. Başta Osaka ve Kyoto şehirleri de planlarımız arasındaydı ancak sonrasında takvimin çok sıkışacağını, bu iki bölge özelinde yeni bir plan yapmamız gerektiğini düşündük. Hatta bu sayede Fuji, Kobe ve Kanazawa’yı da plana dahil edebiliriz dedik.

Yalnızca otomobillerden oluşan bir gönderiyi daha öncesinde paylaştım. Buradan o yazıya gidebilirsiniz. Yine keyif aldığım yerlerden Bar Record, Glitch Coffee & Roasters ve INCredible Coffee için de notlarıma erişebilirsiniz.
Sıra beklemenin çok normal olduğu bu şehir için alternatifler içeren bir plan hazırladık. Örneğin bir müze ziyareti sonrası kahve içeceksek alternatif birkaç kahveci daha baktık. Zira sırayla vakit kaybetmek istemiyorduk ve daha spontane olmasını istediğimiz için bir akşam yemeği dışında hiçbir yere rezervasyon yapmadık.
Sanıyorum ilk defa bir seyahat planımda kaynak olarak Tiktok’u da kullandım. Takip ettiklerim ve algoritmanın önüme getirdikleri sayesinde Tokyo’da yaşayan insanların müdavimi olduğu birkaç yeri listemize aldık. Tokyo Weekender gibi birkaç web sitesini daha kaynak olarak kullanmaktan çekinmedik.
Nasıl gittik?

Aktarmalı giderek ucuz bir uçuş planı gerçekleştirmek istesek de Türk Hava Yolları’nda bulduğumuz bir gidiş dönüş biletiyle Abu Dhabi aktarmalı uçuşlardan %20-30 pahalıya direkt uçuş gerçekleştirebildik. Diz mesafesi çok yetersizdi ancak 13 saatlik uçuşu sorunsuz geçirdik.
Nerede konakladık?
Biz Akasaka-mitsuke bölgesinde konakladık. Metroya yakın kavramı belki de Tokyo için ifade edilebilecek en klişe cümle. Bizim önceliğimiz ucuz olması ve fazla aktarma yapmadan, kaydettiğimiz yerlere kolayca ulaşmaktı. Yerlerin yoğunluğunu da göze alarak fena bir tercih yapmadığımızı söyleyebilirim. Odanın küçük olması dışında çok da zorlanmadık. Bu da sanıyorum ki buradaki birçok otel odasının ortak kaderi.
Neler yaptık, nereleri ziyaret ettik, neleri gördük?
Cuma
Sabahın erken saatlerinde Tokyo’ya indik. Otele girmemiz, yerleşmemiz derken saat öğleni geçmişti. Kendimizi o gün Shibuya’ya atmak için otelden ayrıldık. Shibuya’ya varmadan bir durak önce Omotesando’da indik ve sokakları yürümeye başladık. Bölgede kaydettiğimiz birçok lokasyonu ya gördük ya da ziyaret ettik. Aslında biraz keşif günü gibiydi. Cuma günü olması sebebiyle hayalini kurduğumuz birçok otomobili görme fırsatımız oldu. Devamında The Music Bar – Cave Shibuya‘ya gittik ve bir şeyler içtik.
Cumartesi
Günü Ginza tarafına ayırdık. Hava yağışlı olduğu için planlanan günlerde ufak bir değişiklik yaptık ve aslında ziyaret etmek istediğimiz bazı mağazalara uğradık. Çoğunlukla kapalı alanlarda olacağımız için yağmurdan da çok etkilenmemiş olduk. Saat mağazalarına gidip notlarını aldığım bazı modelleri inceleyip, denedim. Giyim, kırtasiye gibi bazı kategorilerde alışveriş yaptık. X Coffee‘de kahve içtik, Bar Record‘da ise günü sonlandırdık.

Pazar

Pazar gününü Shinjuku bölgesine ayırdık. Hava güneşliydi. Blue Bottle Coffee‘de kahvemizi içip bir şeyler atıştırdıktan sonra Meiji Jingu Müzesi ve aynı bölgede yer alan Meiji Tapınağı‘nı ziyaret ettik.





Parktaki kisa yürüyüşün ardından Yoyogi Bölgesine geldik ve günü Shinjuku’da sonlandırdık.

Burada Kitamura Camera‘ya uğradım ve almayı düşündüğüm bir iki kamera modelini deneme fırsatı buldum. Sonrasında Leica için lens baktım, İstanbul’a dönmeden almak istediğim bazı 35mm filmler için fiyatları not aldım.
Pazartesi
Pazartesi günü birçok müzeyi ziyaret ettik. Kahvaltımızı Verve‘de yaptık ve yürüyerek 21_21 Design Sight‘a geçtik. Burada The Art of the Ramen Bowl sergisini gezdik.

Sergi, Japonya’daki Mino bölgesinde üretilen ve ramen kültürünün temel parçası olan seramik kaselere odaklanarak, onların tarihini ve tasarım zenginliğini keşfe sunuyor. Farklı sanatçıların tasarladığı özel ramen kaseleri ve “tasarım anatomisi” yöntemiyle ramenin kültürel, işlevsel ve estetik yönleri inceleniyor.
Serginin ardından hemen yakınında bulunan bir başka müzeyi ziyaret ettik. Suntory Museum of Art‘ta Shutendōji Begins: Tales of the Demon Slayer Throughout the Ages sergisini gezdik.
Sergi, Japonya’nın en ünlü iblisi Shutendōji’nin kökenlerini ve bu efsanenin resim sanatı ile Noh tiyatrosundaki gelişimini ele alıyor. Özellikle Suntory Müzesi’ndeki, restore edilen Shutendōji Parşömenleri ve yeni keşfedilen köken hikâyeleri üzerinden Shutendōji anlatısının sanatsal evrimi gözler önüne seriliyor.
Bu sergiden çıkınca ise içerisinde bulunduğu alışveriş merkezinin bir başka tarafında yer alan Fujifilm Square‘i ziyaret ettik. Burada Hiromi Tsuchida’nın ZOKUSHIN / Gods of the Earth serisini inceledik. Aynı zamanda tanıtımı yeni yapılan Fujifilm X Half inceleme fırsatı bulduk. Her ne kadar hak ettiği fiyatın, tanıtılan fiyatın en fazla yarısı kadar olması gerektiğini düşünsem de eğlenceli bir deneme olmuş gibi görünüyor.

Biraz yürüdüktan sonra The National Art Center‘a geldik. Öncesinde biraz soluklanmak için bahçesinde bir şeyler içtik. Verdiğimiz bu ufak molanın ardından LIVING Modernity: Experiments in the Exceptional and Everyday 1920s-1970s sergisini gezdik.
Sergi, 1920’lerden 1970’lere uzanan dönemde Le Corbusier, Mies van der Rohe gibi mimarların “hijyen, malzeme, pencere, mutfak, mobilya, medya ve peyzaj” gibi yedi perspektiften modern yaşamı yeniden tanımlayan deneysel konut tasarımlarını fotoğraf, çizim, model, mobilya ve grafiklerle sunuyor.
Seyahat öncesinde rezervasyon yaptığımız tek yer olan Sabasu‘da akşam yemeğimizi yedik ve Mori Art Museum‘a gittik.
Bu sergide, 1960’lar ve 70’lerde Tokyo’da kısa ama etkili bir dönem yaşayan yeraltı kültürünü, afişler ve belgeler gibi geçici materyaller üzerinden mercek alınıyor. Japonya’nın savaş sonrası kültürüne önemli bir katkı sağlamıştır.
Günü, Tokyo Kulesi‘ni ziyaret ederek tamamladık. Yapımı 1960’lara doğru tamamlanan ve Eyfel’den ilham alınarak tasarlanan bu kule, televizyon ve radyo yayıncılığı için kullanılıyor.

Salı
Salı günü hava yine yağışlıydı. Önce Harajuku’da yer alan The Little Bakery’de kahvaltı yaptık, ardından ise Tokyo Photographic Art Museum‘a gittik. Burada TOP 30th Anniversary TOP Collection: Continuity and Change ve HIROSHIMA 1945
Special Exhibition 80 Years after Atomic Bombing sergilerini ziyaret ettik.
Tokyo Fotoğraf Sanatları Müzesi, kuruluşunun 30. yılı anısına düzenlenen bu sergide, beş küratörün seçimiyle 19. yüzyıldan günümüze fotoğraf ve film medyasını çok yönlü temalarla inceliyor. Continuity and Change başlığını taşıyan sergi, geçmiş ile günümüz sanat anlayışını “süreklilik ve değişim” kavramlarıyla ilişkilendirerek ziyaretçiye kişisel keşifler yapma imkânı sunuyor.

Bu sergi, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında Hiroşima’ya atılan atom bombasının hemen ardından çekilen yaklaşık 160 fotoğraf ve iki film aracılığıyla, 1945’te yaşanan yıkımın insan üzerindeki etkilerini çarpıcı bir şekilde yansıtıyor.

Akşam Harajuku’daki The Great Burger‘da bir şeyler yedik ve biraz alışveriş yaptık.
Çarşamba

Çarşamba günü sabah erkenden kalktık ve Senso-ji Tapınağı‘nı gördük. Burayı gördükten sonra yürüyerek Kappabashi Street‘e gittik ve mutfak malzemelerine baktık.

Burada vakit geçirdikten sonra yürüyerek Tokyo National Museum‘a gittik. Müzede birer soğuk içecek içip soluklandık, ardından bahçesinde ufak bir yürüyüş yaptık.

Müzede ise Japanese Archaeology and Special Exhibition (Heiseikan) ve Ukiyo-e In Play
Artists Re-Working the Traditions of Woodcut Prints bölümlerini ziyaret ettik.
Arkeoloji Galerisi, Paleolitik Çağ’dan Kofun Dönemi’ne (Yaklaşık M.Ö. 30000 – M.S. 600) kadar uzanan geniş bir zaman aralığını kapsayan taş aletler, seramikler, bronz aynalar ve haniwa figürleri gibi önemli eserleri sergiliyor.
Bu sergi, Edo döneminde gelişen ve Hokusai, Utamaro gibi ustaların eserleriyle zirveye ulaşan geleneksel ukiyo-e baskı tekniklerini günümüz sanatçılarıyla buluşturuyor. Modern tasarımcılar ve sanatçılar, Adachi Ahşap Baskı Enstitüsü ustalarıyla iş birliği yaparak bu geleneksel sanatı çağdaş yorumlarıyla yaşatıyor.

Bu iki sergiyi ziyaret ettikten sonra yine yürüyerek Nezu Shrine‘e geçtik. Burayı gördükten sonra ise geçmişi 1950’lere kadar uzanan geleneksel alışveriş caddesi Yanaka Ginza‘ya geçtik. Caddeyi boydan boya yürüyüp çıkışta soluklanmak için canelé yedik ve otobüse atlayıp Asakusa’ya geri döndük. Akşam yemeğini yedikten sonra metroya atlayıp Shibuya’ya geldik. Burada ufak bir alışveriş yapıp INCredible Coffee‘ye geçtik. Burada birden fazla canlı performansı dinledik. Uzun zamandır ziyaret etmek için hayal kurduğum ve atmosferini çok beğendiğim bir yer.



Perşembe
Perşembe güne biraz geç başladık ve ilk olarak Tokyo İmparatorluk Sarayı‘nı gördük. Sıcaktan fazlasıyla etkilendiğimiz için bir sonraki durağımız olan The National Museum of Modern Art‘a girmeden bahçesinde birer bira içtik. Giriş yaptıktan sonra iki farklı sergiyi ziyaret ettik. İlki MOMAT Collection, diğeri ise Feminism and the Moving Image.
1952’den bu yana 13 binden fazla eser toplayan MOMAT’ta, 13 tematik odada sürrealizm, bahar temaları, Japon tarzı resim ve feminist video sanatı gibi çeşitli konulara odaklanan seçkilerle zengin bir sanat deneyimi sunuyor.

Müzeden çıktıktan sonra yürüyerek Glitch Coffee &. Roasters‘a geçtik. Birer kahve içtikten sonra yemek için Akihabara tarafına geçtik ve akşam yemeğimizi Michikusa‘da yedik. O kadar beğendik ki, bir tabak daha söyleyip Beste ile paylaştık. Günü sonlandırmadan önce bu sefer de Yodobashi‘yi ziyaret ettik.
Cuma
Beste’nin bacağını ısıran ve büyük bir ödem oluşturup adım atmasını dâhi zorlaştıran hain böcekler nedeniyle cuma günümüz görece sakin geçti. Kahvaltıda yine The Little Bakery’ye geçtik ve birkaç mağazaya uğrayıp son eksiklerimizi tamamladık. Kalan eksiklikleri tamamlamak için Shibuya’ya geçtik ve çok geç olmadan otele dönüp dönüş hazırlıklarına başladık.
Cumartesi sabahı erkenden yola koyulduk ve Türkiye saati ile 18’de İstanbul’a indik.
Aklımda kalan ve bir daha Tokyo’ya gitsem gitmekten keyif alacağım birkaç yer şu şekilde;
- Bar Record, Ginza
- INCredible Coffee, Koenji
- The Music Bar -Cave Shibuya-
- Glitch Coffee & Roasters, Chiyoba
Neler yedik?
Yalnızca bir iki akşam batı mutfağından seçeneklere yer verdik. Ramen, gyoza, sushi gibi yerel mutfağa ait birkaç şeyi denedik ve çoğunlukla tatmin edici bulduk. Daha önce belirttiğim gibi Osaka ve Kyoto özelinde yapacağımız diğer seyahatte Kobe tarafına geçmeyi ve geleneksel etlerinden tatmayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Neler yap(a)madık?
İlginç bir şekilde plak bakmaya vakit ayıramadık. Tower Records’a ziyaret gerçekleştirsek de Disk Union gibi yerleri gezip plak araştırması yapamadık. Buna bağlı olarak bu hobi özelinde bazı aksesuarlara bakmayı hedefliyorduk ancak onlara da pek vakit ayıramadık.
Edo-Tokyo Open Air Architectural Museum, Ōta Memorial Museum of Art gibi aslında listemize eklediğimiz birkaç müzeyi gezemedik.
Wagyu beef deneme fırsatım olmadı.
Neler öğrendik?
Google Maps’te bir yerleri kaydederken şehir özelinde değil kategori özelinde kaydetmek daha iyi çalışıyormuş. Örneğin Tokyo – Kahveciler şeklinde bir liste yapmak daha iyi iş yapabilir. Bunu önceden fark edip Google Earth temelinde çalışan bir harita oluşturduk ve kategorilere ayırdık ancak mobil cihaz deneyimi çok iyi değildi. Bu nedenle yeniden Google Maps’e yöneldik fakat bu sefer de bulunduğumuz bölgedeki kaydettiklerimizi tek tek tıklayarak görmemiz gerekiyordu. O an çevremizde kaydettiğimiz kahvecilerin ayrımını yapmak çok kolay olmadı. Bu nedenle günlük kabataslak bir plan oluşturduk.


Bu şehir için rezervasyon gerçekten bir kültür hâline gelmiş. Dedikleri kadar var. Rezervasyon yapmadığımız için çok fazla sorun yaşamadık ama birkaç yer için keşke yapsaydık diye düşünmedik değil.
Osaka ve Kyoto’yu bu geziye sıkıştırmadığımız için iyi olmuş. Sadece Tokyo’da geçirdiğimiz vakit bile yetmemiş hissettiriyor. Tokyo’ya bir daha gideceğimize o kadar eminiz ki… Tıpkı ilk dövmeyi yaptırmak gibi, daha orada gezerken bir daha ne zaman geliriz diye düşüncelere daldık.

Tokyo’da çekmiş olduğum bazı fotoğraflar ise şu şekilde;






















Leave a Reply