Bir önceki gece akşam 9-10 gibi uyuduğumuz için pazar sabahı 3 gibi uyandık. Uzanırken yeniden uyuyamayacağımızı anlayınca ne yapsak dedik ve kendimizi on beş dakika içerisinde otomobilimizde bulduk.
Sakin sakin sürerek güneşin doğuşuna yetişecek şekilde İğneada’nın yolunu tuttuk. Yolu yarıladığımızda yabancı plakalı, kırmızı renk bir Ferrari Testarossa usul usul yanımızdan geçti. Onu yakalayıp camı açtık ve sakin giderken dâhi çıkardığı sesi bir süre dinledik. Sapaktan çıkmamız gerektiği için bu zevk kısa sürdü fakat günümüzü gün etmişti… Sakin de gitsek erken çıktığımız için biraz vakit geçirmemiz gerekiyordu. Meydanda inip denizi izledik, biraz fotoğraf çektik ve sokak köpeklerinin huzursuz hissettirmesi ile kendimizi otomobile attık. Önce Limanköy’e, oradan da Beğendik’e gittik. Özellikle Beğendik’e giden yol oldukça kötüydü. Sahiline inmek gibi bir hata yaptım. Yağmur ile birlikte balçığa dönen yolda kalmamak adına ivmemi kaybetmemek için yer yer kayarak yokuş çıkarken otomobilin altını sürttüm. İnip kartere baktıktan ve problem olmadığını gördükten sonra çok fazla vakit kaybetmeyip İğneada’ya döndük. Beste’nin hattı Bulgaristan operatörüne geçti, ben ise o sırada ta buradan Radyo Eksen’in çekmesine hayret ediyordum.
İğneada’ya yeniden vardığımızda kahvaltı yapacağımız Vagon Cafe’ye geçtik. Kahvaltı tabağı istedik. İşletmenin ismi ve hikayesi beklentimi yükseltmişti ancak ortalama bir lezzetten fazlasını beklemek hata olurmuş.
Kahvaltının ardından sahile geçtik ve biraz yürüdük, fotoğraf çektik. O esnada kanoya binen bir gruba denk geldik ve onları izledik. Bu gibi şeylere hiç merakımız olmadığı için izlemekle yetindik ancak longozları görebilmenin tek yolunun kanoya binmek olduğunu ne yazık ki dönüş yolunda öğrenmiş olduk. Biraz sahilde durup denizi izledikten sonra birer kahve içmek için Longosphere’e uğradık. Giriş kişi başı 100 lira ve size birer fiş veriyorlar. Böylece içeride içtiğimiz kahvelerin ödemesini bu fişler aracılığıyla yaptık. Bu gibi yerlerin bana çok hitap etmediğini düşünsem de insanların neden ilgi gösterdiğini bir kez daha anladım, ilçenin geri kalanında bir boşvermişlik hâkim. Belediyeden işletmelere kimsenin bir estetik kaygısı olmadığı gibi, yapılan veya yapıldığı sanılan birçok iş ve geliştirme, dostlar alışverişte görsün havasındaydı.
Longosphere gibi yerler, tel örgüler ardında suni bir dünya yaratılan çocuk yuvaları gibi hissettiriyor. Dışarıdaki hayatla örtüşmeyen her tercih gözüme batıyor, eğreti kaçıyor gibi hissediyorum. Bu nedenle çok da dayanamadık ve yeniden yola koyulduk.
Milli Park’a giriş yaptık ve yaklaşık 10 kilometrelik patika bir yolu izledik. Bir noktada hata yaptığımızı düşünsek de ne çevrimdışı harita indirmiştik ne de çok fazla bir şey okumuştuk. Haritada görebildiğimiz nehirde longozları görebileceğimizi düşündüren bir şey olmuş olacak ki yolda kalma pahasına sürmeye devam ettik. Bazı noktalarda otomobilin altını vurmaktan çekindim, bazı noktalarda ise balçığa dönmüş yolda saplanmaktan. Neyse ki ne giderken ne de dönüşte büyük bir problem yaşamadık ancak bazı noktalarda ben de gerilmedim desem yalan olur. Çok hazırlıklı gitmemiş olsak da yönlendirme tabelalarının eksikliğini hissettim. Bunu yaşayan tek biz değildik çünkü birkaç otomobil daha bizimle aynı çileyi çekiyordu.
Fidanlığa kadar sürdükten sonra (Bulanık Dere Köprüsü) bir şey bulamayacağımızı düşünüp geri döndük. Siz de İğneada’ya giderken D-565 kodlu karayolunu takip ederek gideceksiniz ancak Milli Park kapısından girdikten sonra gireceğiniz yol ortalama bir otomobil için zorlayıcı olabilir. Özellikle yağışlarla yolda kaymalar meydana geliyor olacak ki bazı noktalarda çapraz geçmeniz gerekiyor, çok fazla tecrübeniz yoksa ve lastikleriniz iyi değilse problem yaşayabilirsiniz. Bu nedenle Hamam Gölü’ne kadar gitmeyip, patika yoldaki ilk sapaktan Mert Gölü’ne doğru yol almalı ve kuş gözlem kulesine ulaşmalısınız. (Haritada siyah çizgi ile belirttiğim yer.)
Bir diğer hayal kırıklığını da milli parkın özensizliği, terk edilmiş hissi yaşattı. Parkur haritası koyup geçmişler. Patika dâhi olsa yönlendirici hiçbir şey yok, üstelik ne bir tuvalet ne bir çeşme bulabilmek mümkün. Kuş gözlem kulesi civarında da hiçbir şey konumlandırmamışlar. Koydukları dürbün dâhi çalışmıyor. O derece bir boşvermişlik…
Moralimiz o kadar bozuldu ki uğramak istediğimiz şarap mahzenlerini es geçip yola koyulduk, Sarıyer’e geldik. Gusina’da yemek yedik, çay içerken günbatımını izledik. Günün aklımda kalan güzel şeyleri ise Ferrari ile Longosphere’deki birçok yavru kedi oldu. Özellikle ikisinin mücadelesi çok güzeldi.