Kaldığımız evden yaklaşık bir saat uzaklıkta yer alan ve üç ayrı limana sahip olan bu antik kent, deniz ticaretiyle zenginleşmiş ve ileri mühendislik örneği su dağıtım sistemleriyle öne çıkmış. Çam ormanlarının dibinde sahilde yer alan Phaselis, M.Ö. 690 yılında Rodoslular tarafından kurulmuş. Komşu kent olan Olympos tarafından korsan talanlarına maruz kalmış ve M.Ö. 43’te Roma İmparatorluğu egemenliğine girmiş.
Phaselis’i ziyaret ettiğimiz esnada ana caddenin taşları diziliyordu ve yer yer çalışmalar devam ediyordu. Tasnif alanı da dahil olmak üzere gezi rotasını engelleyecek bir kısıtlama, en azından bizim ziyaret ettiğimiz esnada yoktu. Hatta kente girişte bir tapınağın belki de yarısı henüz ufak bir tepecikten yeni çıkarılmış vaziyetteydi. Üstelik oldukça da iyi korunmuş görünüyordu.
Giriş tek sıra ile yapıldığı için Müze Kart’a sahip olmayanların oyalanmasını beklemek durumunda kalıyorsunuz. Biz herhalde bi’ yarım saati olabilecek en sakin günde bile girişte harcadık.
Aracımızı ağaçların altında gölge bir yere park ettikten sonra kenti gezmeye başladık ve sonrasında şemsiyemizi plaja dikip altında soluklandık. Antik kenti gezdikten sonra sıcak bunalttığı için denize oracıkta girebilmek muhteşem bir deneyimdi. Tarihi eserlerin hemen dibinde bunu yapabilmek sizi hem o dönemlerde yaşanan birçok sahneye götürüyor hem de oldukça özel hissettiriyor. Belki de şu ana kadar gezdiklerim arasında en hoşuma giden deneyimi bu kent sundu.
Çektiğim bazı fotoğraflar ise şu şekilde…