Tag: adam

  • 2016 Fiat 500 İncelemesi

    2016 Fiat 500 İncelemesi

    The Whirl’de

    Yaşadığımız bölgeden ötürü küçük otomobillerin avantajlı olduğunu düşünüyoruz. Dar sokaklar, park yeri sıkıntısı vesaire derken sınırlı sayıda model seçeneğimiz vardı ve yolumuz Fiat 500 ile kesişti. Mahallemizde sürekli gördüğümüz Opel Adam da ilgimizi çekiyordu. Hatta bir keresinde sahibini yakaladık ve sohbet ettik, sattığı zaman ilgilenebileceğimizi de ilettik fakat kendisi oldukça memnun olduğunu ve uzun bir süre satmayacağını söyledi.

    Bahsi geçen Opel Adam, Beste, Fiat 500

    İlk jenerasyon Smart Forfour‘u yeni sattığımız için yeni jenerasyonuna da göz attık ancak istenen paralar bütçemize uymuyordu. Aslında o da mantıklı bir seçim olabilirdi, üstelik küçük olmasına rağmen dört kapılı bir modeldi.

    Belirtmeden geçemeyeceğim, Beste’nin kuzeni bir önceki jenerasyon Fiat 500’ü satın aldığı zaman hayallere dalmıştık. 500’ün, belki de bir iki önceki neslin VW Beetle ile kurduğu duygusal bağı kurmaya müsait modern bir otomobil olduğunu düşünüyorduk.

    Biz 500’ü satın aldığımızda kilometresi 57 bindeydi. Bir süre kullandık ve kapsamlı bir ağır bakıma soktuk. Birçok hayati parçası yenilendi. Ona ilk başta İtalyanca 500 anlamına gelen Cinquecento ismini koyduk fakat bir süre sonra Cars filmine atıfla Luigi ile değiştirdik.

    İç mekan tasarımı olabildiğince sade ve donanım paketi nedeniyle taşıdığı bilgi eğlence ekranı Apple Carplay barındırmıyor. Perdesi elle hareket ettirilebilen cam tavanı içeriye ferahlık katıyor. Direksiyonun önünde basit bir ekran yer alıyor, hız göstergesi ve devir saati nostaljik göndermeler içeriyor. Otomatik klimasının performansı yeterli ve konsoldaki düğmeler alışınca kullanım kolaylığı sağlıyor. Smart Forfour, saklama gözleri konusunda daha cömertti. 2004 model olmasına rağmen torpido gözü haricinde torpidonun üstünde uzanan bir göz ve direksiyonun sol tarafında devamı niteliğinde bir ufak göz daha sunuyordu. Fiat 500, şehir içi kullanım için düşünülmüş bir otomobil olmasına karşın iç hacmi değerlendirme konusunda bir tık geride hissettirdi.

    Her ne kadar şehirde kullanmak için alsak da bugüne kadar yaptığımız yaklaşık 20 bin kilometre, çoğunlukla uzun yolda geçildi. Üstelik sadece asfaltta değil, hafif off-road’da da üzerine düşen görevi fazlasıyla yaptı. Otomobiller ile bağ kurup onları çok önemsesem de mezara götürmeyeceğim ve müzede sergilemek benim işim değil. En nihayetinde birer araçlar.

    1.2 litrelik 4 silindirli atmosferik motor, 69 beygir – 102 nm tork ile mütevazi bir güç sunuyor. 0’dan 100’e yaklaşık 13 saniyede çıkıyor ve kağıt üzerindeki son hızı 160 km/h. İzmir otobanında eğimin de desteği ile 200’ü görebilmek mümkün ancak bu ne kadar güven veriyor ve yapılabilir bir şey, tartışılır. Otomobilin boş ağırlığı 940 kg, 185 litre bagaj hacmi mevcut. Bir orta boy valiz ile sırt çantası rahatlıkla sığıyor, günlük ihtiyaçlar için yeterli. Zaten iki kişilik bir aile olduğumuz için ihtiyaç durumunda arka koltukları yatırıyoruz. Sahip olduğumuz modeldeki yükleme ağzı, ailenin cabrio üyesine göre çok daha geniş.

    2000’lerin başında bitmesi gereken bir çile, özellikle uzun yolda kendisini hissettiriyor. Beygirler yüzlerce değilse atmosferik motor çok yorucu olabiliyor. Özellikle sollamalarda, uzun rampalarda; daha doğrusu ivmenin kaybolduğu her an turbonun icadına şükrediyorsunuz. Evet bu otomobil sol şeridi kapatıp 200 km/h sabit gidilecek bir otomobil değil ancak birkaç yüz metreyi aşan rampalarda, rakım da yüksekse kendinizi can çekişirken buluyorsunuz. Fiat burada basitlik, sorunsuzluk ve ucuz işletme maliyetlerini göz önünde bulundurarak bir üretim gerçekleştiriyor fakat bir noktada bu güçsüzlük güvenlik problemleri de doğuruyor. Standart bir şehir kullanımında bundan daha fazla güç çok gerekli mi, tartışılır ancak benim düşünceme göre her otomobilde bazı maddeler kesinlikle gerekli. Bir noktada ivmelenme kabiliyeti de güvenlik standartlarından birisi diye düşünüyorum.

    Bir diğer can sıkıcı noktası ise robotize edilmiş şanzımanı. Bugüne kadar sadece bir kez aşırı ısınma uyarısı aldım ancak düz yolda bile kararsızlaşıp vites düşürüp arttırdığı oluyor. Üstelik ne eğimde bir değişiklik var ne de sağ ayağımın dozajlamasında. Havadaki oksijen miktarı bir hava boşluğuna denk geldiğim için aniden düşmediyse bunu yapmasını anlamsız buluyorum.

    En hayati iki parçadaki sorunlar, elektrifikasyondan nasibini almış 500e modelinde giderildi. Model hâliyle çağ dışı şanzımandan kurtuldu. Elektriğin getirdiği gücün doğrudan tekerlere kayıpsız aktarım imkânı, ister istemez modeli cazip kıldı. Kabul edilebilir menzili ile dikkatimi çekmeyi başaran model, bütçem el veriyor olsa şehir içi kullanım için satın almak isteyeceğim otomobillerin başında geliyor.

    Galata katlı otoparkı

    Luigi, ekonomimiz buna izin verse asla satmak istemeyeceğimiz bir otomobil. Zira Beste’ye çok yakıştırıyorum ve onun da ne kadar sevdiğini biliyorum. Üstelik otomobil Beste’nin üstüne ve hâliyle onun ilk arabası. Kurduğu duygusal bağı tahmin edebiliyorum.

    Premses

    Sahip olduğum bütün otomobillerle duygusal bağ kuran birisiyim. Onların kişilikleri olduğunu düşünüyorum ve her birisinin kendi içerisinde farklılaştığı yerler olduğuna inanıyorum. 500, gözümde puppy’den farksız. Eksikliklerini biliyorum; güçsüz, atik değil ve çağ dışı bir şanzımana sahip. Bu, onu sevmediğim anlamına gelmiyor. Her yansımada dönüp bakıyoruz. Özellikle düşük hızlarda şehir içerisinde dolanırken yolumuzu uzattığımız oluyor. Onu her park edişimizde dönüyor ve bakıyoruz. Bu, sahip olunan otomobilin ne kadar keyif verdiğiyle doğru orantılı bir durum. Umarım park edince dönüp bakmayacağımız bir otomobilimiz olmaz. Ve umuyorum daha birçok kez sabah erken saatte uyanıp yola koyuluruz.

    Bir Eskişehir yolculuğunun başlangıcı